EL BEBEK GÜL BEBEK
İlkokuldayken çok yakın bir arkadaşım vardı. Annesi, tanıdığım en endişeli insandı. Hani "vesvese" kelimesi onun için yaratılmış desem yeridir, öyle birisi. Zavallı arkadaşım eve biraz geç kalsa, kızının başına gelebilecek felaketlerin listesini çıkartır, her birini düşünüp geçen zamanı kendine zehir ederdi. Cep telefonu gibi bir nimet de olmadığından okuldan çıkıp eve gidene kadar gecikmesine sebep olabilecek herhangi birşey arkadaşımı da gerer, evde tırnak yemeğe başlayan annesi yüzünden o da kendini yiyip bitirirdi.
Sanırım öğrencilik hayatımızın büyük bir bölümünü bu arkadaşımla beraber geçirdiğimizden, böyle bir anne modeli olmaktan hep korkarak büyüttüm Nehir'i. Kısa bir zaman öncesine kadar da kendimi hep rahat bir anne olarak nitelemiştim. Nehir'i çok giydirmem, çok doyurmam, çok zorlamam sanırdım. Hayata karşı dirençli olsun diye minik riskler alarak büyümeli diye düşünür, bunu da uygulayabiliyorum sanırdım...
Derken, günün birinde "El bebek gül bebek" kitabını okudum. Aslında bir İngiliz yazarın, Jeanne Willis'in kitabı olmasına karşın bence bizim topluma birebir denk düşen bu kitap benim de sandığım gibi bir anne olup olmadığımı sorgulamama sebep oldu!
Kitap, kardeşlerine göre çok ufak tefek olan fare Metin'in hikayesini anlatıyor. Aslında pekala da kendini koruyabilecek güçte olmasına rağmen, annesinin kaygıları yüzünden evden çıkamayan, hayata karışamayan, kardeşleri koşup oynarken evde kalmaya mahkum olan minik fare Metin'in kaderi, annesinin onu pamuğa sarıp dışarı çıkmasına izin vermesiyle değişiyor. Sezen Aksu'nun şarkısındaki gibi "seni pamuklara sarmalar sararım" diyen anne, Metin'i de sarmalayıp dışarı yolluyor ve nasılsa pamuğunun içinde güvende olduğuna kani oluyor. Asıl hikaye de bence bundan sonra başlıyor ve Metin'in "gerçek" hayatla başetmesini anlatıyor.
Hepimiz (en rahatımızdan en pimpiriklimize kadar) anne olmanın getirdiği bir tür endişe ağıyla sarılıyız bence. Bazılarımız bunu çocuğuna hissettirmeden ve kendini tersine inandırarak ebeveynlik yapıyor, bazılarımız da her türlü endişeyi çocuğa boca ediveriyor (öyküdeki Metin'in annesi gibi)Arada bir denge yakalamak her zaman kolay olmuyor. Bu öykü belki de çocuğumuza bir şans tanımamızı, karşımızdaki küçük bir çocuk da olsa içindeki o güce inanan çocuğun cesaretini desteklememizi öğütlüyor. Bizim endişelerimizden oluşan bir ağın içine onu hapsetmekle hayata karşı korumuş olmuyoruz, sadece hayatı "yaşamasına" engel oluyoruz diyor. Bir çocuk kitabı görünümünde büyüklere yazılmış bir kitap aslında bu. Belki de sınıflandırırken Düşevi'nin raflarında konulması gereken yer anne-baba kitapları olmalıymış!
Kitabın anlatımı (Aslı Motchane'ın özgün çevirisiyle) çok yalın, harflerin yerine göre büyüklü küçüklü olması sonucu, ilgi hep canlı kalıyor. Çizimler, ünlü çizer Tony Ross'un elinden çıkma. Kendisini "Küçük prenses" serisinden de hatırlayabilirsiniz, ancak "El bebek gül bebek" kitabındaki çizimler o kadar sevimli ve sıcak ki, kitabın içine gömülüp sadece çizimler hakkında konuşarak vakit geçirmek mümkün. Kırçiçeği Yayınları favori yayınevlerim arasında istisnasız bir numara (Elmer serisi ve Müzisyen inek sırma en sevdiklerim) ve en büyük özelliği de güzel çizimli kitapları çıkartıyor olmaları. Zaten web siteleri de www.resimlikitaplar.com.
Bu kitabı okuduktan sonra belki siz de dönüp bir bakarsınız kendinize; acaba siz çocuğunuzun her türlü tehlikeye karşın hayata karışmasına, "yaşamasına" izin veriyor musunuz?
DÜŞEVİ
Çocukların, çocuk kalanların kitapçısı... Çocuklara göre, çocuklar için, bir zamanlar çocuk olduklarını unutan büyüklere inat, rengarenk ve sıcacık bir düşün ürünü...
DÜŞ'le ilk buluşma
7 Kasım 2010 Pazar
14 Ekim 2010 Perşembe
DOĞUMGÜNÜ HEDİYESİ
Çok sık düşündüğüm birşeydir; "Keşke kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşabilsek." Yazının gücüne hayran olsam da yine de kelimelerle sınırlı kalmak çoğu zaman sıkıcı geliyor. Henüz telepati kuramadığımıza göre de (en azından ben başaramadım!) yine kelimelerin içinde bir ifade arıyoruz. O yüzdendir ki, kelimeleri ustalıkla anlamlandıran insanlar her zaman hayranlık duyduklarım olmuştur. Bir de kelimeleri kullandığı kadar beceriyle çizimlerini kullananlar var ki, onları ayrı bir "hayran olunacaklar" grubuna koymak lazım. Benim için bu gruba tereddütsüz ilk sıradan girebilecek tek isim var, o da Behiç Ak.
Bundan seneler önce, Ankara'dan trene atlayıp günü birlik kitap fuarına geldiğimiz zamanlardan birinde, fuardan bir dostumun bana aldığı bir kitapla kelimelerden sıyrılıp, resimlerle ne kadar zengin bir anlatım sunulabileceğini görmüştüm. Tahminimce türünün tek örneği olan bu sözsüz ve her seferinde bayılarak "okuduğum" kitap, uzundur artık kızımın favorileri arasında: Behiç Ak'ın tek kelime bile kullanmadan yazdığı kitabı "Doğumgünü Hediyesi". Nehir'in 3 yaşından itibaren resimlerine bakarak öyküsünü bana anlattırdığı, sonrasında da kendi kurgulamasını yaptığı kitapta Behiç Ak çok hoş resimlerle, bir çocuğun aldığı doğumgünü paketini ve heyecanla içinden çıkacak hediyeyi bulmaya çalışmasını çizmiş. Bulmaya çalışması diyorum, çünkü hediye paketini her açışta yeni bir paket daha çıkıyor içinden ve her seferinde çocuk bu durumdan çok hoşlanıyor. Bazı tahminleri onu çok mutlu ediyor, ama kitabın sonunda hiç tahmin etmediği bir sonuçla karşılaşıyor.
Kitabı "okurken" insan ister istemez hediyenin içeriğinden çok, varlığının ne kadar mutlu edebildiğini düşünüyor. Buket Uzuner'in bir kitabında yazdığı "sevgiliye kavuşmaktan daha güzel olan yegane şey vuslat öncesi çekilen özlemdir" misali, hediyeyi alan çocuğun da heyecanı paketin saran kağıtların katlarını her açışta biraz daha artıyor, öyle ki okuyan bizler de çocukla beraber dört gözle içinden çıkacak o "son" hediyeyi bekliyoruz. Sevgili Behiç Ak hevesimizi hiçbir şekilde kursağımızda bırakmayarak beklentilerimizin ötesinde bir sonla kapanışı yapıyor.
Kitabın resimlendirilmesi de kitaptan ziyade film çekimi tadında . Başlangıcı uzaktaki küçük bir adayla yapan kitapta, ilk resimden başlayarak sanki gittikçe yakınlaşan bir kamera varmış gibi resimler yakınlaşıp detaylanarak artıyor. Sayfalarda ilerledikçe o kadar coşkulu ve hareketli oluyor ki resimler, kitabın sonunda mutlaka bir gülümseme yapışıveriyor insanın dudaklarına.
Biz Nehir'le kitabı her elimize alışta, farklı bir detayın içinde kayboluyoruz. Behiç Ak'a özgü o detaylı çizimler, özellikle her kitabında mutlaka yer verdiği kedi figürü, kedinin çocukla beraber koşturması, aynı heyecan, sevinç ve hatta şaşkınlığı paylaşması o kadar güzel verilmiş ki, defalarca da karıştırsak sayfaları hiç sıkılmıyoruz.
İşte Behiç Ak kitaplarını tek tek değişik yayınevlerinden toparlayıp raflara büyük bir keyifle dizerken, birden ilk gözağrım olan Doğumgünü Hediyesi'ni buldum ve çok mutlu oldum. Böylece o da Düşevi'nde raflarda yerini aldı. Zaten raflarımın en özel köşelerinden birisi hem çizimlerine, hem kurgulamalarına hayran olduğum Behiç Ak'a ayrılmış durumda. Şimdilerde elimde son çıkan kitabı, çok yakında onunla ilgili de anlatacaklarım olacak :)
10 Ağustos 2010 Salı
GERÇEK HAYAL GÜCÜ
Üniversite yıllarında en sevdiğim yazarların başında gelirdi Ursula K. Le Guin. Bana göre ismi bile gizemliydi romanları gibi. İlk okuduğum kitabı olan "Mülksüzler" beni büyülemişti, uzun zaman etkisinden kurtulamamıştım. Ardından diğer kitapları girdi hayatıma. Yıllar sonra Yerdeniz Büyücüsü'nün filme çekileceğini duyduğumda çok heyecanlanmış, ama aynı tadı alamam endişesiyle seyretmemeye karar vermiştim. Bilim kurguyu çok sevmeme rağmen her zaman ilgimi çeken yazarlar olmadı, ama söz konusu Ursula olunca akan suları durdurmayı bildi her zaman.
Birkaç ay önce yayınevlerinin kataloglarını karıştırırken gözüme Günışığı Yayınlarından çıkan Ursula K.Le Guin ismi çarpınca, yeniden aynı heyecanları çağrıştırdı bende, ama bu sefer sanki bize bu Düşevi yolculuğunda eşlik etmek ister gibi çocuk kitabı yazmıştı! (Evet Rapunzel de Ursula K. Le Guin hayranıdır!)
Bu sabah nihayet adı geçen kitaplar geldi ve 4 kitaplık serinin tamamını bir solukta okuyup bitirdim, hem de her kitapta kendi kendime gülüp, hüzünlenip gözyaşlarımı silerek (tamam kabul ben fazla duygusal biriyim!)Dimağımda yeni bitirilmiş ama tadı damağımda kalmış bitter çikolata gibi bir iz bırakarak, daha biter bitmez hemen yeni bir parça ister gibi bitti kitaplar. Yine aynı büyüleyici ve sürükleyici tarzından ödün vermeden yazmıştı Ursula. İsmi "KANATLI KEDİLER MASALI" olan seri, anneleri kanatsız olmalarına rağmen esrarengiz bir şekilde kanatlı doğan 4 kardeşin hikayelerini anlatıyor. Kısa, sürükleyici, sıkmayan, yormayan ve ilgiyi hiç elden kaçırmayan 4 mini kitap. Okumaya yeni başlayan ve biraz ilerlemiş olan tüm minikler için çok keyifli bir seri, gerçek bir hayal gücü gösterisi... Benim bir türlü alışıp sevemediğim Winx kızlarından da, parti meraklısı süslü ama bana göre bir o kadar da aptal Pony'lerden de çok daha gerçek bir hayal gücü ürünü. Kitapların bölümleri kısa, sıkılmadan okunabiliyor. Resimler gerçekçi ve yeterince, böylece temel figürleri verip gerisini dinleyen ya da kendisi okuyan çocukların hayal gücüne bırakabiliyor. Herşeyi resimleyen ve hayal gücünü atıl bırakan Walt Disney çizimlerinden farklı olarak çocukların da kurgulaması için açık kapı bırakıyor kitaplar. Gerçek bir hayal gücünün, usta bir kalemden, olabildiğince sade ve keyifli bir anlatımı bu kadar olabilir...
Her öykü bir diğerinin devamı niteliğinde olduğundan ilkinden başlayarak okumakta fayda var.
Kitapların içinde yazdığı kadarıyla, aslında Ursula K. Le Guin'in yazdığı 13 tane çocuk kitabı varmış ve bunlar ilk çevrilen 4 tanesi, yani damağımda kalan o güzelim çikolata tadını yeniden bulabileceğim ümidi var herzaman, ne mutlu!
30 Temmuz 2010 Cuma
Kurabiye adamın kaçışı
Acaba çocukluğumda hiç kitabım, oyuncağım olmadı mı diye düşünmeye başladım artık! İçinde atraksiyon olan her kitaba yeni oyuncağına kavuşmuş çocuk gibi seviniyorum... Kitaplarla ilgili anılarıma baktığımda, hatırlayabildiğim en eski kitaplarım Ayşegül serisi (ama çeviriler eminim şimdiki kadar kötü değildi), büyük boy klasik masallar serisi (her dişim çıktığında ya da hasta olduğumda, annem süpriz olarak bana bu seriden bir kitap alırdı, rahatsızlığım anında keyfe dönüşürdü) ve çok özel olan üç boyutlu Pamuk Prenses kitabım. Sanırım benim için en ayrıcalıklı olan da oydu (demek ki o zamandan başlamış bu tarz kitaplara ilgim ama doyrulmadan büyümüşüm!) Kitabın son sayfasında Pamuk Prenses'in yattığı camdan tabutun üzeri şeffaf bir plastikle kaplıydı, seyretmeye doyamaz, büyülenirdim her seferinde. Yırtılacak diye korkarak, elime almaya kıyamazdım neredeyse...
Aradan geçen 30+ senede pek birşey değişmemiş olsa gerek ki, hala gelen her yeni kitapta aynı coşkuyu hissediyorum. Özellikle de her seferinde öncekilerden farklı birşey karşıma çıkarsa!
Dün nihayet İngilizce kitaplarımızın bir kısmı geldi. Önceden de vardı, ama onlar daha çok Oxford veya McMillan'ın basit seviyede İngilizce'yle yazılmış, sayfaları daha renksiz, yeni öğrenenlere yönelik kitaplarıydı. Oysa şimdi gelenler okul öncesi parmaklar için olduğundan çok daha eğlenceli, renkli ve keyifli. Zaten burayı açma sebebim sanırım okul öncesi kitapları; ne okumaya, ne bakmaya, ne satmaya doyamıyorum!! Hatta -aramızda kalsın ama- bazen satılan kitapların ardından üzüldüğüm bile oluyor. Burada kaldıkları o kısa zaman diliminde aramızda bir bağ kuruluyor sanki :)
Dün gelen İngilizce kitaplar arasında günün şampiyonu "Gingerbread Man" yani Kurabiye Adam. Child's Play yayınlarından çıkan kalın ciltli ve bol oyuncaklı bir kitap. İçinde bütün sayfalardan boydan boya geçen bir ip var, bir de ipin üzerinde kaydırmak için keçeden bir Kurabiye Adam! Yani fırın tepsisinden kaçan Kurabiye Adam, yolda rastladığı onunla oynamak isteyen kediden, onu koklamak isteyen köpekten, yakalamak isteyen çocuklardan, yemek isteyen inekten, onu takip etmek isteyen attan sayfaların içinden bir sonra ki sayfaya ipin üzerinden kayarak kaçıyor. Tam kitabın sonunda akıllı tilkinin ağzına düştü diye düşünürken, hop diye ordan da kitabın en başına dönüyor. Yani kurabiye adama yenilmek yok! Çok ince ve akıllıca düşünülmüş, okurken de çocuğun ilgisini kaybetmesine olanak tanımayan bir kitap. Yaş grubu olarak 3-5 arasının çok eğleneceği kesin, tabii okuyan benim gibi 5+'ların da!!
22 Temmuz 2010 Perşembe
KÜÇÜK KIRMIZI BALIKLA TUKAN KUŞU
Bir de benden size bir öykü...
Sazlarla çevrili, yemyeşil bir gölde yaşayan küçük kırmızı bir balık varmış.
Bu balık hem çok meraklı, hem de çok hayalperestmiş. Gölün dışındaki hayatı çok merak ettiğinden, her gün gölün kıyısına gider, kafasını dışarıya çıkartıp çevresini incelermiş. Bir yandan da bir kuş olsa uçmanın nasıl bir şey olacağını, bir zürafa olsa uzun boyuyla ağaçlardan yaprak yemenin tadını, bir sincap olsa ağaç kovuğundaki hayatını merak edermiş.
Günlerden bir gün, yine gölün kıyısında hayaller kurarken, rengârenk tüyleri, kocaman bir gagası olan, bugüne kadar hiç görmediği türde bir kuş görmüş. Kuşun farklı ve renkli görüntüsü o kadar hoşuna gitmiş ki, uzun bir zaman gözlerini ayıramamış. Derken kuş onu fark etmiş ve sevecen bakışlarla “Merhaba küçük balık” demiş. Küçük balığın ise şaşkınlıktan ve hayranlıktan, tek söyleyebildiği “Sen kimsin?” olmuş. “Benim adım Tukan” demiş kuş. “Senin gibi bir balık olup, gölde yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünüyordum”. Bunu duyan küçük balık daha da şaşırmış. Ona göre, onun göldeki hayatinin merak edilecek bir yani yokmuş ki… Asıl merak edilecek her şey dışarıda, Tukan’ın yaşadığı yerdeymiş. Oysa Tukan, onun her gün gördüğü ve ezbere bildiği göldeki yaşantısıyla ilgili bir sürü soru sormuş ve öğrendiği her şey onu çok heyecanlandırmış.
O günden sonra küçük kırmızı balıkla Tukan kuşu çok iyi iki dost olmuşlar. Küçük kırmızı balık, her sabah kahvaltısını yapıp, bir solukta arkadaşı Tukan’ın yanına geliyormuş ve gün boyunca ikisi de birbirine kendi dünyalarındaki hayatı anlatıyorlarmış. Tukan havadan gördüklerini, ormandaki diğer hayvanları, küçük kırmızı balık da gölün içindeki yaşamı anlatıyormuş. İkisi de birbirinin dostluğundan çok keyif alıyorlarmış. Ancak küçük balığın çevresindeki diğer balıklar bu dostluğu hiç anlamıyor, “Hiç bir kuşla bir balık arkadaş olabilir mi? Kuşlar balıklara yiyecek gözüyle bakarlar, kesin bu tuhaf kuş da seni yemek istediğinden seninle arkadaşmış gibi davranıyor” diyerek, Tukan kuşuna dikkat etmesi için küçük balığı uyarıyorlarmış. Küçük balık ise bütün bunlara kulak asmıyor, arkadaşı Tukan kuşunun dostluklarını bozacak böyle bir şey yapacağına ihtimal vermiyormuş.
Taa ki bir gün…
Küçük kırmızı balık yine erkenden arkadaşıyla buluşmak için gölün kıyısına gitmiş. Sabah, aceleyle çıktığından kahvaltı edememiş ve karnı çok açmış. Tam o sırada karşısında çok lezzetli görünen bir yiyecek asılı durduğunu görmüş. Büyük bir iştahla yiyeceği yemek için ağzını açtığında, ne olduğunu anlamadan bir çift gaga kendisini kapıp suyun dışına çıkartmış. Yan gözle baktığında, kendisini tutan gaganın, arkadaşı Tukan’a ait olduğunu anlamış ve o anda çevresindekilerin söyledikleri aklına gelmiş. Arkadaşının kendisini yemek için sudan aldığını düşünmüş ve çok korkmuş, çırpınmaya başlamış. Tukan’ın gagasından kayıp, gölün suları içine düşüvermiş. Korkuyla gölün dibine yüzmüş ve uzun bir süre orada kalmış. Aradan günler geçmesine rağmen, küçük balık bir türlü dışarı çıkmaya cesaret edememiş.
Nihayet bir gün tüm cesaretini toplayıp, arkadaşı Tukan kuşuyla her zaman buluştukları yere gitmiş. Çok yüzeye çıkmadan dışarıya bakmış ve bir dala konup mutsuz gözlerle göle bakan Tukan kuşunu görmüş. Arkadaşı o kadar mutsuz görünüyormuş ki, küçük balık daha fazla dayanamamış, sudan kafasını çıkartmış. Onu gören Tukan, mutlulukla uçup gölün yanındaki bir dala konmuş. “Canım arkadaşım, ben de seni düşünüyordum, o gün seni balıkçının oltasından kurtardıktan sonra bir daha göremedim. Seni çok merak ettim, acaba başına bir şey mi geldi diye de endişelendim” demiş. Küçük balık çok şaşırmış: “Balıkçının oltası mı?” diye kekelemiş. “Evet” demiş Tukan kuşu. “O gün seninle buluşacağımız için erkenden gelmiş, seni bekliyordum. Derken bir balıkçının da yanı başımda durup oltasını göle sallandırdığını gördüm ve tam o sırada sen göründün. Oltanın ucundaki yeme doğru gidiyordun ve ben de senin oltaya takılmandan korkup hızla suya dalıp seni yakaladım. Fakat o kadar çok çırpındın ki, gagamdan kaydın gittin, bir daha da seni göremedim. Her sabah burada seni bekledim ama hiç gelmedin”.
Bunları duyan küçük kırmızı balık çok şaşırmış. Arkadaşının onu yemek için yakaladığını düşündüğü için de çok utanmış. Çevresindeki diğer balıkların arkadaşlıkları için söylediklerini Tukan’a da anlatmış. Tukan bu duruma çok şaşırmış: “Evet kuşların bir kısmı balıkla beslenir, ama sen benim en yakın arkadaşımsın ve kim ne derse desin, değişik türlerden canlılar da dost olabilirler” demiş. Küçük kırmızı balıkla Tukan o günden sonra kimsenin arkadaşlıklarıyla ilgili söyledikleri sözlere kulak asmamışlar ve hep çok iyi iki dost olarak kalmışlar.
ÇOCUK MU DAHİ Mİ?
Dün Düşevi'mize yeni kitaplarımız geldi!!
Her yeni kitap geldiğinde heyecanlanıyorum, hepsini teker teker bankonun üzerine dizip seviyorum, sayfalarını karıştırıyorum, ilgimi çekenleri o yığının arasında kaybolup okuyorum, oyuncaklıları karıştırıyorum, her birine dokunmaya doyamıyorum. Bu duygunun geçmişimde ki izdüşümü Ankara'da geçen çocukluğum ve ilk gençliğimde saklı. İlk açılan ve benim dönemimdeki herkesin buluşma, konuşma, uğrak mekanı olan DOST Kitapevi'nin daracık raflarının arasında, yeni gelen kitapların içinden kendime o ay alacaklarımı seçerken, bir kısmını bir sonra ki aya bırakırken hissettiğim hüzün, çıkarken elimde tuttuğum mavi beyaz Dost poşetinin içinden beni çağıran kitaplar... Çıkışta ilk bulunan kafeye veya pastaneye gidip koyu bir kahve eşliğinde okunmaya başlanacak ve muhtemelen eve dönüşte de otobüste, minibüste elden bırakılmayacak kitaplar.
Kendi seçimim dışında ki kitaplarsa, okulda ki ders kitapları haricinde, evde ki kitaplığımızın raflarında kallavi bir yere sahip olan ansiklopedilerdi. Benim favorim ciddi siyah cildiyle Meydan Larousse ve ona göre daha renkli duran resimli Gelişim Hacette'ti. O zaman internet diye birşeyin hayalini bile kuramadığımızdan, bütün ödevler bu iki kaynaktan toparlanarak yapılır, güvenilirliğinden hiç şüphe edilmezdi. Bizim için (genelleme yapmayayım, en azından benim için)bu ansiklopedilerin tek amacı okul ödevlerini yapmaktı. Çok nadiren de olsa ödev için araştırma yaparken gözüme çarpan birşeyi merak edip okuyunca, "birara şu koca ansiklopedileri bir de kendi merakım için karıştırayım" derdim, ama o fırsat nedense hiç yaratılmazdı!
İşte dün gelen kitaplara göz atarken, aklıma soğuk yüzlü, siyah ciddi ciltli ansiklopedilerde ki sıkıcı ödev araştırmaları geldi birden. Şimdi ki kitapların en büyük farkı bilgi vermekten önce o bilgiyi çocuğun almayı istemesi için albenili tasarımlarda olmaları. Özellikle bir tanesi beni uzun zaman oyaladı: Mandolin yayınlarından çıkan "VÜCUDUM" kitabı. Kitap demeye dilim varmıyor, çünkü inanılmaz bir emek harcanarak ve nerdeyse basitleştirilmiş bir dille yazılmış bir tıp kitabı içeriğinde ve üç boyutlu tasarımıyla, bence müzelik bir eser. Benim zamanımda bu kitap evimizde olsaydı, eminim seçtiğim meslek çok daha farklı olabilirdi!! Hızımı alamayıp akşam eve dönüşte karşı komşum olan doktor çifte de kitabı anlattım ve üçümüz birden ağzımız bir karış bu "acayip" kitabı konuştuk.
Çocukların algıları arttıkça, görsellik de ön plana çıkıyor sanırım. Öğrenmenin yolunun görmek, dokunmak ve duymaktan geçtiğini düşünürsek, çocukların düz yazı bir kitaptan teorik olarak alacakları bilgiden çok daha fazlasını bol resimli, atraksiyonlu bir kitaptan almaları kaçınılmaz. Bu anlamda kitapların da şekil değiştirmesi, yazılıdan görselliğe doğru kayması çok da olumlu bir gelişme bence. Böylece bilinmeyen konular teorik bilgi olmaktan çıkıyor, gerçek ete kemiğe bürünüyor adeta. Fakat yine de kafamı kurcalayan birşey var; acaba bu kadar fazla bilgi vererek, bu kadar fazla bilgiyle donatarak yetiştirdiğimiz çocuklarımız daha küçük yaşlarda (ki buna oyun çocukları deniyor) birer dahiye mi dönüşüyorlar? 6 yaşında ki kızım geçen gece uyumadan önce beni kara deliklerle ilgili soru yağmuruna tuttu ve ben ikinci sorudan itibaren gevelemeye başlayarak daha şimdiden 6 yaş seviyesi genel kültürden sınıfta kaldım!! Sonra kendi 6 yaşımı düşündüm ve şimdiki çocukların bildiklerinin yarısını bile o zaman (hatta şimdi de!) bilmediğimi farkettim. Çocuklara bilgiyi daha kolay bir formatta sunmak iyi de, acaba bu kadar bilgi sunmak iyi mi, bir türlü emin olamadım...
Yine de ilgilenene duyurulur; Vücudumuz kitabı kaynak kitap olmanın yanısıra, insanın kütüphanesinde gururla yer ayırabileceği ve her eline alışta yeni birşey öğrenebileceği bir eser. Nacizane kendi çektiğim bir fotosunu sayfaya koyuyorum, ancak bu foto aslının yakınından bile geçemez farkındayım.
Sevgiyle,
DÜŞEVİ
8 Temmuz 2010 Perşembe
GÖNÜLLÜ KÖLELİK
Bir dostum mail atmış, "bir hafta inzivaya gidiyorum" diye!! Kızını, kocasını, işini bırakıp, bir hafta boyunca börtü böcekten başka ses duymayacağı, bol bol temiz hava alıp, zamanını kendiyle eş düşünen arkadaşlarıyla konuşarak, yeri gelince sessizliği paylaşarak geçireceği bir hafta. Rüya gibi geldi bana duyunca. Sürekli eteğimi çekiştirip gittiğim her yere benimle gelmek isteyen kızım ve her daim işte olan eşime böyle birşey söylesem ne olur diye düşünmeden edemedim. Sonra en iyisinin haber vermeden gidip, gittiğim yerden de şişenin içine bir not koyup göndermek olduğuna karar verdim!! Sahi benim özgür, ele avuca sığmaz, deli dolu ruhum ne zaman böyle bir köleliğe gönül vermiş, herşeyi çocuğuna göre yapmaya başlamıştı? Tatile bile sırf kızım deniz özledi diye gitmeye karar vermiştim, ya benim deniz özlemim? Ne zamandır mavi sularla buluşup, kollarımda derman kalmayana, sahil minicik olup, bana açık denizdeymişim hissini verene kadar yüzmemiştim. Kızımla gideceğim bir tatilde de ardımdan "anneeee, beni de bekle" ya da "anneee geri gel bak nasıl dalıyorum" cümlelerini duymayı beklediğimden, çoktan açık mavilikle buluşmam, özlemini çeksem de geçmişte kaldığını kabul ettiğim eski sevgilim konumuna geçmişti... Sahi ben ne zaman tüm iplerimi bu yerinde duramayan, dünyanın en tatlı cadısı olmaya aday ilgi canavarına vermiştim? Bir yerlerde hata yapıyor olmalıydım. Özellikle kendi özüme dönmeye çalışıp da, dönüp dolaşıp geldiğim yer hep kızımın özü olduğuna göre, bir yerlerde kesin bir hata vardı. Evde ki kitapları karıştırmaya başladım yeniden. Nehir'in yaş dönemlerine göre başucu kitabım olan "çocuk gelişim" kitaplarını yeniden elden geçirdim. Çoğuyla ciddi bir ilişki kurmuşuz, onu farkettim; yanlarına alınan notlar, altı çizili sayfalar, okurken kendi kendine verilen "hakkaten böyle demeyeceğim bir daha" sözleri... Hepsi olmasa da şu anda bulunduğum noktada, çoğu zaman aşımına uğramış bulunuyordu. En sevdiğim yol göstericilerden birisi olan "ÇOCUĞUNUZLA İŞBİRLİĞİ YAPABİLME" kitabını aldım yeniden elime. HYB yayınlarından çıkan ve Elizabeth Pantley imzalı kitap, 3 çocuk annesi yazarın kendi deneyimlerinden yola çıkarak, çevresinde ki gözlemlerle zenginleştirilerek yazılmış bir yol gösterici. Kitabın başında "nasıl bir ebeveynsiniz?" başlıklı bir test var. Bundan 4 yıl kadar önce bu kitabı ilk elime aldığımda test sonucu fazla esnek, fazla konuşup, gereğinden çok açıklama yapan anne modeli çıkmıştı. Ben de kendimi haklı çıkartma içgüdüsüyle, Elizabeth Pantley'in fazla sert ve kuralcı birisi olduğunu düşünmüştüm. Geçen yıllar ve çoğu zaman tepeme çıkan kzım, bana yanıldığımı gösterdi. Kuralcı olmak karşısındakine sevgi vermemek demek değildi; kızımı çok severken de kural koyabilirdim. Üstelik bu durumda koyduğum kurallar benim yumuşak duruşum sayesinde bozulduğunda, içimden öfkeyle çıkan canavarla da muhatap olmak zorunda kalmayacaktı kızım. Testi elimden geldiğince dürüst davranmaya çalışarak yeniden cevapladım. Evet, hala 4 yıl öncesiyle aynı noktadaydım!! Geçen sürede okuduğum onlarca kitap, deneyimlerim de cabası. Bu sefer kendime yeni sözler vererek yeniden okumaya başladım kitabı (ne de olsa hiçbirşey için geç değildir ve hep öğrenecek birşeyler vardır) ve dün ilk denememizi yapıp, ilk meyvamı aldım. Kararlı olmak, hayır dediğiniz birşeyin arkasında durmak, illa ki asık surat ve kızgınlıkla yapılması gerekmiyor. Çok eğlenceli ama kendinden emin bir şekilde de yapılabilir. Çocuklar alt yazıları okumayı yetişkinlerden çok daha iyi bildiğinden, sizin kararlılığınızın da farkına vardığında bir süre sonra bununla savaşmaktan vazgeçip kabul edeceklerdir. Amaç tabii ki muma çevrilmiş, bir göz işaretiyle robot gibi yapması gerekeni yapacak çocuk yetiştirmek değil. Çocukların bireyselliklerine saygı duyarak, aileyle başlayan en küçük sosyal birim içinde yaşamanın yollarını öğretmek. Bunun için de basit kurallar koyup bunları uygulamak (bizim evdeki en temel kural yemeğin yenmemesi durumunda tatlının yenmemesidir ki, boğazına ve özellikle tatlıya düşkün olan kızımda fazlasıyla işe yarayan bir kuraldır) Bu kurallar aileye, çocuğa ve yaşanılan yere göre değişiklik gösterebilir tabii ki ve her ailenin farklı kuralının olduğunun öğretilmesi de çocuğunuzun ilerde yaşayacağı toplum içi farklılıkları kavramasını kolaylaştıracaktır. Örneğin bizim sitede oturan ve çok sık görüştüğümüz bir arkadaşımın Nehir'le yaşıt bir kızı vardı ve yemek yemekten hiç hoşlanmıyordu. O yüzden de annesi ne yese kardır diyip tabağında yediği tek bir çeşit sonrası için bile tatlıya onay veriyordu. Bu durum Nehir'e tuhaf geliyordu, çünkü o tatlısını yemek için önce sebzesini bitirmek zorundaydı. Sonra bunun onların ailesinde ki kural olduğunu, bizim ailemizin kuralının farklı olabileceğini anlattım. Sonraları bu o kadar işe yaradı ki, girdiğimiz her ortamda farklı uygulamalarla karşılaşan kızım kendince bizim uygulamalarımız gözetir, diğerlerini "onların kuralları" olarak görür oldu. Tabii bunu yaparken dikkat edilmesi gereken bir nokta, hep karşı tarafın esnek kurallarının olmaması. Sizin ailenizde serbest olan birşeyin de altını çizmekte fayda var. Mesela bizde Nehir'in doğumgünü pastasının çocuklar tarafından elle yenmesi serbesttir (hatta bu bir gelenek oldu) Çocukların hevesi geçtiğinde, kalan enkaz büyüklere pay edilir. Oysa doğumgünümüze gelen çoğu aile buna izin vermiyor. Bu da bizim ailenin bir kuralı :)
Çocuk yetiştirmek emek isteyen, son dönemin popüler olan ama bir o kadar da doğru olan deyimiyle "farkındalık" isteyen, en çok sabır ve sevgi isteyen bir yol. Bu yolda ne kadar çok destek alırsak, işimiz o kadar kolaylaşıp zevkli hale geliyor. Benim en büyük yardımcım herzaman kitaplar oldu. Belki size de benzer bir fayda sağlar ümidiyle...
Sevgiyle kalın,
DÜŞEVİ
7 Temmuz 2010 Çarşamba
MELİS, kızım ve ben !!
Nehir küçükken herşey ne kadar kolaydı benim için... Okuduğumda seveceğini düşündüğüm kitapları ben seçiyordum, o ise tadını çıkartıyordu. Biraz daha büyüdüğünde kendi seçimlerini yapsın diye beraber kitapçıya gitmeye başladık. Çocuk kitaplarının bulunduğu bölümde yere oturup nerdeyse her kitabı inceleyip, saatlerce içerde kalıyorduk. Sonra da elimiz kolumuz dolu çıkıyorduk. O dönem, Nehir'in kız ve erkek diye iki ayrı cinsiyet olduğunu, kızların prenses, erkeklerin prens olması gerektiğini düşündüğü yaşlardı. Renkleri tanımaya başladığından beri mavi seven kızım, artık içinde şeker pembeleri, tüller, pırıltılar olan şeylerin yaşıtlarınca daha çok beğenildiğini görmüş, ilgisini bu yöne çevirmişti. Haliyle, hızla hayatımıza prenses kitapları girmeye başladı. Giyim tercihi de o yönde değiştiğinden, sabahları biz daha yüzümüzü yıkamaya anca enerji bulabilmişken Nehir süslü elbiseler, sıcak da olsa güzelliğini tamamlaması için renkli külotlu çoraplar, tokalar, kolye ve takılarla kahvaltı masasında ki yerini alıyordu. Anne baba olarak bizim son derece rahat giyimimizle Nehir'in süslü giyimini karşılaştırınca, kendimi saraydan çocuk evlat edinmişim gibi hissediyordum!!
Yapı olarak prenseslikten çok haşarı ahçı yamağı tiplemesine daha uygun olduğumdan olsa gerek, bir süre sonra bu prenses kitapları, CD'leri, pembeler, parıltılar, fazla şeker yemiş etkisi yapmaya başladı. Tam da o dönemde, Mandolin Yayınları'nın Melis serisiyle tanıştık. Yanımda Nehir yokken dolaştığım bir kitapçıda görmüş, Melis'in haşarılıklarına, kardeşiyle ve ailesiyle ilişkisinde ki safiyane hinliklerine bayılmıştım. O saate kadar okuduğumuz, 16 yaşına gelince biranda hayatlarının erkeğini bulan ve bir ömür refah ve mutluluk içinde yaşayan prenses hikayelerinden oldukça uzak bir karakterdi Melis. O büyülü pembe dünyalara inat, çok gerçekti. Melis 6-7 yaşlarında, fırlama bir kız çocuğuydu. Bir kere çok akıllı ve çok yaratıcıydı. Kardeşi olduktan sonra, hem kendisine yapışık ve istem dışı verilmiş bir sorumluluk olarak taşıdığı kardeşinden sıkılması, hem de çok naifçe kardeşini sevip, hep onun iyiliğini düşünmesi çok etkileyiciydi. Evde yaptığı yaramazlıklarsa çok eğlenceliydi. İçinde prenses olmamasından ve Melis'in prenses kıyafetlerini hiç sevmemesinden dolayı, Nehir önce pek ısınmadı Melis'e. Ancak okudukça, o da çok eğlenmeye başladı. İlk aldığım Melis'ten sonra, diğer 4 kitabı da zevkle okuduk ve her birinden ayrı keyif aldık. Nehir için hala Melis'ler ayrı bir yere sahiptir. Hernekadar şık ve güzel bulmasa da, Melis'in haşarılıkları onda da bağımlılık yarattı anlaşılan. Bana gelince, DÜŞEVİ için kitap seçerken ilk sırada seçtiğim kitaplardandır Melis serisi ve gelen herkese de tavsiye ettiğim. Hem içinde anafikri olan, altyazılarla, çocuğun gözüne sokmadan ve nasihat etmeden güzel davranışları öven, hem de bunu yaparken içinde muzur bir gülümsemeyle karşısındakinin çocuk olduğunu unutmayan bir anlatımı olduğundan, herkesin de severek okuyacağını düşündüğüm bir seri. Serinin kitapları şöyle:
* Melis'in Kardeşi Oluyor *bu kardeş fikrine herzaman sempatiyle yaklaşan ve kendinden küçüklere ayrı bir düşkünlüğü olan kızımın favorisi
* Melis Okul öğretmeni *keşke herkesin öğretmeni Melis'in kardeşine karşı olduğu gibi düşünceli, eğitici, öğretici olabilse!!
* Melis ve Saçmalıklar *saçmalıkların her biri ayrı ayrı eğlenceli!!
* Melis'in Çılgın Gecesi *kendini gelen misafirlere göstermek ve birinciliği kardeşe kaptırmamak için elinden gelen herşeyi yapan bir minik dehanın çok eğlenceli öyküsü
* Melis'in Doğumgünü *bu benim favorim, kaç kere okudum bilmiyorum ama hala okurken çok eğleniyorum!!
Çocuklara kitap okuyan büyüklerin de okudukları kitaptan zevk alma hakkı vardır diye düşüyorum ve oyumu Melis'e veriyorum!!
İçinizdeki haşarı çocuğun herzaman bir oyun alanı bulabilmesi dileğiyle,
DÜŞEVİ
6 Temmuz 2010 Salı
HAREKETLİ kitaplar
Bu sabah DÜŞEVİ'ne geldiğimde, kapıda beni bekleyen dünya güzeli bir genç kız vardı. Yan binanın görevlisinin söylediğine göre, 15-20 dakikadır beni bekliyormuş. Gözlerime inanamadım, sonunda hayalini kurduğumuz gibi müşterilerimiz kapıda kuyruk mu oluyordu? Eğer içerde satılan nadiren gerçekleşen bir konserin bileti değilse, bir kitapevinin kapısında bekleyen olur muydu? Olurmuş! Sonradan isminin Zeynep olduğunu öğrendiğim genç müşterim, kendisinden de güzel bir amaçla gelmişti ve de sabırla buranın açılmasını beklemişti. Çok da iyi tanımadığı, ama okumayı sevdirmeyi kendine amaç edindiği 9 yaşında ki bir erkek çocuk için ilgi çekici bir kitap arıyordu. Kitap almak istediği çocuğun muhtemelen ilk kitabı olacağını, ama çok akıllı olduğuna inandığı bu çocuğun bu sayede kitap sevebileceğini anlattı. Ne güzel bir amaç, bir çocuğa kitap sevdirmek...
Hemen beraber ilgi çekici kitapları karıştırmaya başladık. Arayana kitap çok !! Benim 8 yaş üstü erkek çocuklar için en sevdiğim, en ilgi çekici bulduğum kitap, güneş takımızın üzerinde sergilediğimiz ve çok ilgi çeken, çoğu zaman da kitap olduğu algılanmayan "HAYALETLİ ŞATO" kitabı. Mandolin Yayınları'nın çıkarttığı bir şaheser!! Kitabın başında hayaletli şatoyla ilgili bir öykü bulunuyor, sonra ki sayfalarda ise konuyla ilgili karakterlerin kartondan minik maketleri. Bu maketler sayfalardan çıkartılabiliyor. Ve nihayet kitabı geriye doğru katladığınızda ortaya enfes bir şato maketi çıkıyor ve sayfalardan çıkarttığınız karakterlerle şatoda oyun oynayabiliyorsunuz (eminim çocuktan önce, "dur bakalım bu neymiş" deyip, yanında ki büyük oynamaya başlayacaktır!!) Saatler sonra (ki bu süre iyimser bir tahmin, tüm gün sürmesi de muhtemel) oyundan sıkılıp kitabı kapatmak istediğinizde, şato hemencecik sayfaların arasına gizleniveriyor. Çıkan karakterler de yine kitabın içinde ki zarfta saklanabiliyor. Edebi açıdan göz kamaştırıcı olmasa da kitaplarla ilişkisi yeni kurulmaya başlayan bir çocuk için kesinlikle çok eğlenceli ve kitaplara bakış açısını değiştirebilecek bir kitap. Aynı serinin başka kitapları da var; Korsan Gemisi ve Uzay Üssü. Her ikisi de birbirinden çarpıcı. Ben bile bu kitapların varlığıyla bu kadar heyecanlandığıma göre bir çocuğun neler hissedeceğini varın siz düşünün. Kaldı ki bu kitapların fanatikleri sadece çocuklar da değil. Geçen gün DÜŞEVİ'ne gelen 12-13 yaşlarında ki bir genç kız da Hayaletli Şato'ya bayıldı. Aynı serinin farklı bir yayınevinden çıkan perilerle ilgili kitapları olduğunu söyleyince de, perilerin ve prenseslerin ilgisini çekmediğini, ama bu şatoya bayıldığını söyledi. Yani bazı kitaplar yaş ve cinsiyet ayırt etmiyor, onu bir kere daha görmüş olduk.
Kendisiyle sessizce vedalaştıktan sonra Hayaletli Şato'yu paketleyip yeni sahibine yolladım. Ardından güneş takının üzerine ne koysam diye bakınmaya başladım. Hayaletli Şato o kadar heybetliydi ki, yerinin kolay kolay dolması mümkün olmayacakmış gibi görünüyordu. Derken, Rapunzel'le burayı düzenlerken bayıldığımız HERŞEYİN ÖYKÜSÜ isimli kitabını gördüm. Tudem yayınlarından çıkan kitap, büyük patlamadan bugüne kadar evrende ki oluşumları anlatıyordu. Hem ilustrasyonlar, hem de anlatımlar o kadar eğlenceliydi ki, biz bile gidip gelip kitabı karıştırmıştık. Kitap daha ilk sayfasında yer alan kırmızı alevleri 3 boyutlu olarak kitaptan dışarıya taşan "büyük patlama"yla başlıyor, ondan sonra canlıların izlediği evrim basamaklarını çok keyifli bir şekilde anlatıyordu. Bu sefer baştan sonra her detayı sindirerek, her parçayı hareket ettirerek yeniden okudum kitabı ve bir kere daha çocukların ilgisini çekerek birşeyi öğretmenin yolunun kesinlikle yaratıcıktan geçtiğini düşündüm. Kitap bana bile bir sürü şey öğretmişti, hem de okuduğum süre boyunca yüzümde ki kocaman gülümseme hiç geçmemişti. Evet, doğru kitap bu olmalıydı, Hayaletli Şato'nun yerine Herşeyin Öyküsünü koydum, çok da yakıştı. Tam fotoğrafını çekip sayfaya koyacaktım ki, makinanın pillerinin bitik olduğunu hatırladım. Neyse, borcum olsun, pil aldığımda ilk işim bu kitabın bir fotoğrafını koymak olacak. Unutmadan, yaş olarak bu kitap 4 yaşla 10 yaş arası her çocuğun ilgisini çekebilecek nitelikte. Aslında anlatımların basitliği ve çizimlerin güzelliği daha üst grupları da çekebilir (örneğin ben, 10+ grubu olarak !!)
Sevgiyle ve kitapla kalın,
DÜŞEVİ,
8/7/2010-- nihayet makinama pil takabildim ve sözümü tutuyorum, karşınızda HERŞEYİN ÖYKÜSÜ'nde ki büyük patlama!! Emin olun, gerçeği resminden çok daha etkileyici :)
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Çocuklar için yaz kitapları
Yaz geldi nihayet. Her ne kadar bu sene kendini çok özleterek, her "artık geldi herhalde" dediğimizde nazlı gelin edasıyla kaçarak bizi kendisine hasret bıraksa da, nihayet geldi sonunda! Yazla beraber, okuldan sıkılan minikler kendilerini denize, havuza, içinde okul geçmeyen her mekana atmaya, keyif yapmaya başladılar. Önlerinde ki bu 3 ayı geçirmek için çok keyifle okuyabilecekleri kitapları sizin için seçtik. Okuduktan sonra fikirlerinizi bizimle de paylaşırsanız seviniriz:
0-2 yaş grubu:
Bu grup için çok çeşitli kitap mevcut, ama bu sıcak günler için en güzelleri herhalde su kitapları.
Net Yayıncılık'ın küçük kitaplar serisinden "DENİZ" sıcak yaz günlerinde miniklerimizi denizle tanıştırmak için ideal. Boyutu dolayısıyla cebinize bile sığabilecek bu kitabı plaja yanınızda götürüp, içindeki renkli resimleri öğretebilirsiniz.
Yine Net Yayıncılık'tan çıkan minik kulaklı kitaplar serisinden "PARK" da küçük yaş grubunun ilgisini çekebilecek nitelikte. İçinde ki hayvancıkları da parkta beraber arayıp, bulduklarınızı resimlerle eşleştirerek, keyifli bir park günü geçirebilirsiniz.
Mandolin Yayınları'nın birden fazla kitabını çevirdiği Dr. Miriam Stoppard'ın kitaplarından "BEBEK OYUNLARI" içindeki parmak kuklasıyla çocuğunuzla beraber çok eğlenceli geçirilebilecek saatlerin müjdecisi. İçerisinde ebeveynler için bir de "kullanma kılavuzu" niteliğinde ki bilgileriyle hem çocuk, hem de yanında ki yetişkin için öğretici bir kitap.
3-4 yaş grubu:
Bu yaş grubu, çocukların artık resimli, kısa, akıcı, eğlenceli, anafikri olan kitapları okumaya başladığı yaş olduğundan, sizin de keyif alarak okuyabileceğiniz çok çeşitli kitaplar bulanabilir. Aşağıda kitaplar bunlara sadece birkaç örnek.
Kırçiçeği Yayınları'ndan çıkan "ELMER" serisi, şimdiden en iyiler arasında yerini almış durumda. Renkli fil Elmer'in yardımlaşma, arkadaşlık, özgüven, değer bile gibi konularla işlenmiş, renli ve çarpıcı resimlerle süslü kitapları daha çok ilgi çekeceğe benziyor.
Yine Kırçiçeği Yayınları'ndan çıkan bir başka kitapsa "MÜZİSYEN İNEK SIRMA" farklılıkları, kişinin kendine özel yeteneklerini ortaya çıkartan bir kitap. Çizimler o kadar sevimli ki, her sayfa için dakikalarca çocuğunuzla konuşup, farketmeden saatlerinizi tek kitapla geçirebilirsiniz.
Tudem Yayınları'ndan çıkan ve gördüğü beğeni üzerine ikincisi yayınlanan "ALİ NEREDE?" kitabı, miniklerin dikkatini yoğunlaştırmak, konsantrasyon sağlamak için birebir. Kitabın her sayfasında onlarca insan arasından Ali'yi bulmaya çalışacak çocuklar için, sayfalarda ki diğer karakterlerle ilgili konuşmak da çok keyifli olacaktır.
Net Yayınları'ndan çıkan mıknatıslı kitaplar serisinde ki kitaplarsa, hem alıştığımız çocuk masallarını renkli ve güzel çizimlerle süslüyerek ilgi çekiyor, hem de içerisinde ki belirli yerlere konulacak mıknatıslarla kitap okumayı bir oyun haline getiriyor. Seride, "ÇİZMELİ KEDİ" gibi her çocuğa hitap edecek masallar olduğu gibi, özellikle kız çocukların çok ilgisini çekecek "DENİZKIZI", "PAMUK PRENSES", "UYUYAN GÜZEL" de bulunuyor.
5-8 yaş grubu:
Okul öncesinin son grubu olan ve artık asilikleri, belirli karakter özellikleri yerleşmiş olan bu yaşlarda hem eğitsel, hem de eğlenceli pek çok seçenek bulmak mümkün.
Marsık Yayınları'ndan çıkan oyunlu masallar serisi çocukların el becerisini ve üreticiliklerini destekleyerek, keyifli vakit geçirmelerini hedefliyor. Seride klasik çocuk masalları yer alıyor ama masalı okuyabilmek için çocuğunuzun önce içindeki talimatlara uygun olarak sayfaları kesip birleştirerek kendi kitabını oluşturmasi gerekiyor. Ortaya çıkan kitap kendi yaptığı birşey olduğundan, muhakkak ki herhangi bir masal kitabından çok daha özel oluyor. Ayrıca kitabın sonunda ki aktivitelerle Jack'in Fasulye Ağacı'nda ki devin maskesini, Uyuyan Güzel'in şatosunu veya Bülbülle Çin İmparator'unun tacını yapabilir, bunları uygun yapıştırmalarla süsleyebilir ve yine kitapta ki fark bulmaca veya labirent gibi bulmacaları çözebilir. Kısaca bir kitapta, birden fazla şey bulabilir.
Tudem Yayınları'nın eğlenceli deneyler serisindeki kitapların hepsi birbirinden eğlenceli ama yazdan mıdır, denize özlemden mi, benim elim hep "SU" deneylerine gidiyor. Kitabın içerisinde ki deneyler evde, elde ki malzemelerle kolayca yapılabilecek deneyler olduğundan, çocuğunuzla beraber yapabilir, yazın okul yokken de sizinle öğrenmesini sağlayabilirsiniz.
Net Yayıncılık'tan çıkan korkulukların masalları benim kızımın favori kitaplarından. 6 kitaptan oluşan seri, korkulukların kuşlarla dost olabileceğini, korkuyla değil, sevgiyle sorunların çözülebileceğini anlatan sıcacık öyküler.
Uçanbalık Yayınları'nın vazgeçilmez, deneyimli çocuk kitabı yazarı Aytül Akal'ın geniş hayalgücüyle süslenmiş kitabı "ÖĞRETMENİN SİHİRLİ ŞAPKASI", okulun, yeni birşeyler öğrenmenin keyfini anlatıyor. Okuldan sıkılmış çocuklara yeniden okulla ilgili güzel fikirler vermenin ideal bir yolu.
Kök Yayınları'ndan çıkan "ZEKA OYUNLARI" 1 ve 2 serisiyle, çocukların zeka gelişimine eğlendirerek ve düşündürerek yardımcı oluyor. Yazın sadece fiziksel aktivitelerden sıkılan çocuklar için sakin bir zaman dilimini düşünerek geçirmeleri için ideal.
8 yaş üstü için:
Epsilon yayınları'ndan çıkan "VAHŞİLER FUTBOL TAKIMI" 13 kitaplık serisiyle, futbol seven çocukları kız erkek ayrımı yapmadan kendine çekecek gibi görünüyor. Ergenliğe adım adım yaklaşan ve artık bireyselliklerini ilan eden çocuklar için, bu çılgın futbol tutkunlarının hikayeleri çok eğlenceli gelecek.
Yine Epsilon'dan çıkan "CADI LİLİ" serisiyle, küçük asi kızınızın her türlü muzurluğu bulabileceği, sizin de okurken eğleneceğiniz, beraber güleceğiniz keyifli bir okuma seansı vaadediyor.
Artemis Genç, çocukluğumuzda zevkle ve elimizden düşürmeden okuduğumuz (hatta benim bir dostumla beraber benzer bir grup kurma hayalleriyle yanıp tutuştuğumuz) Afacan Beşler'in devamı niteliğinde ki , "GİZLİ YEDİLER" grubunu yeniden hayata getiriyor. Maceralarla dolu kitap, Enid Blayton hayranı yeni nesili bekliyor.
Uçanbalık Yayınları'ndan çıkan "MAVİ AY" çocukları şiirle tanıştırıp, şiirin büyülü dünyasına katmayı amaçlıyor. Ay'la ilgili, birbirinden güzel, yumuşacık şiirleriyle bu kitap başucu kitabı olmaya aday duruyor.
Anne- babalara:
Bu grup belki de en önemlisi, çünkü iş kitap alıp çocuğumuza okumakla bitmiyor. Anne banalık, ya da ebeveynlik bir ömür sürecek olan, her an tetikte olmayı gerektiren, ama gerginliği kaldırmayan, hep yumuşacık ve sevgiyle katedilmesi gereken bir yol. Bunu desteklemek için çok sayıda kitap mevcut. Yaz günlerinin de rehavetini ve daha neşeli havasını düşünecek olursak, bu grupta önermek istediğim grup Pozitif Yayınları'ndan çıkan 365 serisi. Her seride kitabın başlığıyla ilgili 365 aktivite ya da öneri yer alıyor. Bunlardan bazıları şöyle;
- Çocukların sevdiği 365 yemek (yemek yemeyi ve hazırlamayı daha eğlenceli kılacağı kesin)
- Özgüvenli çocuklar yetiştirmenin 365 yolu (bence bu kitap aile içi ilişkileri de düzeltmek için birebir)
- Çocukların sevdiği 365 yaratıcı oyun (çok basit malzemelerle hatta çoğu malzemesiz hazırlanmış, ama çocuğunuzla çok eğleneceğiniz oyunlar)
- Akıllı çocukların oynadıkları 365 oyun (öyle akla gelmeyen oyunlar var ki, yaratıcılığınızın sınırları zorlanacak)
Herkese bol kitaplı, keyifli ve çocukların kahkahalarıyla dolu bir yaz dilerim,
DÜŞEVİDÜŞ'le ilk buluşma
2007 yılının Nisan ayıydı ilk kalbime, aklıma bu "düş" düşeli. İş için New York'a gitmiş, bir dostun sıcacık evinde kalmıştım. Dostumla buluşma saatine kadar, New York sokaklarında dolaşırken, tesadüfen (artık tesadüflerin varlığına inanmaz ve herşeyin bir sebebi olduğunu savunurken bile, hala dilimden atamamışım bu kelimeyi) bir ara sokakta ki küçücük bir çocuk kitapçısına düştü yolum. Sanırım yön duygumun olmamasının, sürekli ve her yerde kaybolabilmemin en büyük faydası bu oldu! İçerisi çocuklar ve annelerle doluydu. Minicik eller kitapları karıştırıyor, annelerine yeni kitaplar seçiyor, anneler de bir yandan meraklı sorulara cevaben kitapları anlatıyor, bir yandan da minicik dükkanın daha da minicik kafesinde birşeyler atıştırıyorlardı. Herkes çok mutlu ve daha da güzeli, çok oraya ait duruyordu. Bu aidiyette oturmuşluk, kabullenişlik, böyle bir yere minnet de vardı sanki. İşte ilk o zaman "keşke böyle bir yerim olsa" dedim kendi kendime. 6 sene önce kızımın doğumuyla beraber hayatıma giren çocuk ve çocuk gelişim kitapları sayesinde İstanbul'un bilumum kitapçısının çocuk kitapları reyonunun gediklisiydim. Saatlerimi kızıma uygun kitap arayarak, karman çorman sıralanmış kitapları karıştırarak, hatta bir süre sonra "bari benden sonra gelenlerin işine yarasın" diye düzenleyerek geçiriyordum. Bu minik kitapçıysa, tam gönlüme göre bir yerdi. Raflar yaş gruplarına göre ayrılmıştı, çocukların raflara ulaşması, kitaplara bakması, kendi kitaplarını seçmesi mümkündü. Üstelik bizdeki yaygın anlayışın tersine, kitaplar cam raflarda veya sadece tozu alındığında hatırlanan kitaplıklarda değil, her dakika bir minik el tarafından keyifle karıştırılan, hayata dahil edilen, okunan, ulaşılabilen yerde duruyordu. Yardımcı olmak için içerde olan bayan, ne kendinizi gölgeniz tarafından takip ediliyormuş gibi hissetmenizi sağlayacak şekilde dibinizde dolanıyor, ne de bazı büyük kitapevlerindeki gibi unutulduğunuzu düşündürüyordu. Çıkarken kendilerini tebrik etmek istedim, ama içerisi arı kovanı gibiydi, benimse beklemeye vaktim yoktu. Kartlarını aldım ve sonra aslında o gün içimde bu "düş"ün filizlendiğini bilmeden dükkandan çıktım.
Aradan 3 yıl geçti. Zorlukları, keyifleri, sıkıntıları eksik olmayan 3 koca yıl. Artık ayrıldığım tekstil sektöründen çok kopmuş, ufak ufak çocuk kitaplarına yönelmiştim. Kızıma uydurduğum öykülerden oluşacak kitaplarımı basmayı hayal ediyor, bir yandan da kendime yeni bir yolu nasıl ve ne yöne doğru oluşturacağımı düşünüyordum. Kafamda yavaş yavaş "düş"ümün bir de evi olması gerektiği belirmeye başladı. Neden burada, İstanbul'da da çocuklar için bir kitapevi olmasındı ki? Araştırdığımda benden önce bu fikri düşünenler olduğunu, çok güzel düşünülmüş, tasarlanmış çocuk kitapçıları açıldığını öğrendim. Önce "ben geç kaldım" diye düşünsem de, sonradan bu tip yerlerin çoğalması gerektiğini düşünüp, kolları sıvadım. Önce yer saptayıp, ardından maliyetleri çıkartmaya başladım. İşin kötüsü, maddi olarak oldukça sıkıntılı bir dönemdeydik, bu işin altından tek başına kalkmam mümkün görünmüyordu. Kredi almak için gittiğim bankalar da haklı olarak sermayesi olmayan ve daha önce bilmediği bir sektörde işyeri açmak isteyen birisine kredi vermek istemiyorlardı.
Derken bir masal kahramanı imdadıma yetişti! O dönem çok yakın bir dostum (namı diğer Rapunzel) kendi işindeki sıkıntılarla uğraşıyordu. İkimizin başbaşa verdiği birgün beraber bu işi yapabileceğimizi düşündük ve işte o gün, içimdeki 3 yıl öncesine ait "düş" tohumuna su ve besin vermeye başladık. Sonra ki süreç o kadar hızlı gelişti ki, hala her sabah bu güzelim ahşap beyaz kapıdan Düşevi'ne girerken burasının bir mucize ürünü olduğunu düşünüyorum. Biz iki kız arkadaş, karındaş olamasak da kardeş, birimizin hayalini ikimizin olarak benimseyip ortaya burasını çıkarttık. Fikirler geçen 3 sene içerisinde farkında olmadan o kadar gelişmiş, somutlaşmış ki burayı yapma aşamasında sanki yeni birşey inşa etmiyoruz da, zaten varolup toprak altında kalmış bir batık şehrin topraklarını temizleyip yüzeye çıkartıyoruz gibi hissettim. Bu his de her geçen gün içimdeki o tohumun bana söylediklerini doğru kıldı: "doğru yoldasınız, devam!"
Burası açılalı daha 2 hafta oldu, yani daha çok bebek. Her bebek gibi Düşevi de büyüyecek, serpilecek ve büyüdükçe de bizimle beraber başka çocukların ve çocuk kalanların da düşlerinin evi olacak. Bu yolculukta bize eşlik etmek isteyen, destek veren herkese minnattarız.
Sevgiyle ve çocuk kalmanız temennisiyle,
DÜŞEVİ dostları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)